29 Temmuz 2022

ÇOCUKLUĞA SIĞINMAK – İğde CİHAN

ile iletisimtahta

Bir öykü diyeceğim size, masal zannetmeyin masal değildir. Anlatacaklarımı bilen bilir, bilmeyen kapatsın gözlerini, uzun bir yola gideceğiz, geçmişe. Bugünün penceresinden geçmişi izleyeceğiz. Kapatın gözlerinizi ve hayal edin, önden ben gideyim arkadan siz gelin. Yıllar yıllar sonra çıkmışım yola, yönümü geçmişe dönmüşüm. Az gidiyorum, uz gidiyorum, sonunda evime varıyorum, çocukluğumu yaşadığım ilk evime. İnsanların nasıl bırakıp da geliyorsun dediği memleketime. Bir bakmışım annem, babam, kardeşlerim… Ben de oradayım. Her şey geçmiş yıllardaki gibi. Ah o yıllar, dört mevsimi yaşadığımız. Bir taraftan bahçeler alabildiğine mor. Menekşeleri topluyoruz, enfes kokulu iğdeyi. Arkamı dönüyorum, annem olgunlaşan meyve sebzelerden getirmiş. Babam sırtında ekin desteleriyle görünüyor uzaktan. Bir şeyler söylüyor, hayvanları otlatmaya götürmeliymişiz. Birer tane sahiplendiğimiz kuzularla geçiyoruz önümden. Evin arkasına çıktığımda sonbaharı görüyorum. Bildiğiniz tüm renkler, yeşil, sarı, turuncu, kırmızı, kahverengi… Hayvanlar yine yanımızda. Annem ateş yakmış, kuru ot-çöpü, yaprakları yakıyoruz. Sarı-yeşil renkli yoğun bir duman yükseliyor. Sırayla dumanın içinden geçiyoruz. Duman kokusunu içime çekiyorum. Duman kokusuyla birlikte mutluluk siniyor üzerime. Yaprakları savurarak esen rüzgâr geçiyor yanımdan. Babamın sesiyle bir türkü fısıldıyor, “Al Fadimem bal Fadimem, yanakları gül Fadimem…” Üşümüşüm, ellerimi annemin koynuna sokuyorum. Dökülen yaprakların hışırtısı duyuluyor. Bir yaprağı kavağın başından yere düşene kadar takip ediyorum. Yere indiğinde ise karları görüyorum, dizimi geçmiş, ortasında kalmışım. Herkes içeri girmiş, pencereden yağan kara bakıyor. Ablam odun almak için dışarı çıkıyor, ben de onunla birlikte geri içeri giriyorum. Dar, karanlık ama sıcacık odamız. Sobanın gürültüsü bu hissi daha da kuvvetlendiriyor. Annem yemek yapıyor, fırında patatesler pişiyor. “Ala püsük-kara püsük” olup güreşiyoruz, patates için yarışıyoruz. Palamuttan koyunları otlatıyoruz, çöp anne minder evde yemek hazırlıyor…

Camdan baktığımda yine sonbaharı görüyorum. Bir kamyon var evin önünde. Biraz sonra bütün kardeşlerim kamyonla gidiyor. Onlar okula gidiyorlar, annem ve ben kalıyoruz. Bütün kış annem ve ben, annem artık her şeyim. Oyunları beraber oynuyoruz, hayvanları beraber otlatıyoruz, ateşler yakıyoruz yine, ahıra salıncak kuruyoruz… Annemi hep bu haliyle görmek istiyorum. Zaman daha fazla geçmesin. Hastalık, yaşlılık gelmeden, ölüm düşüncesi aklın bir kenarına yerleşmeden, ayrılıktan önce. Koynuna sokulup yattığım, saçlarımı tarattırdığım annem.  Ak düşmüş saçlarını taramak istemiyorum. Ak düşmesin saçlarına, ikimizin saçını da annem tarasın. O her yere yetişir, her işe gücü yeter, koştursun istiyorum eskisi gibi. Yolun yarısına gelince yorulmasın, beni sırtında taşısın, kolumdan tutup suyu geçirsin, çantaya koyup dedemgile götürsün…

Babamı görüyorum, at sırtında camiden gelmiş. Ne kadar da yakışıklı. Beni ata bindirip gezdiriyor. Çığlıklar atıyorum atın sırtında, ne kadar da yüksek olduğunu fark ediyorum. Babam ağaçtan “vıttık” yapıyor, onu öttürüyorum yanında. Soğan dikiyoruz tarlaya, beyaz soğanları seçmişim, onları sattırıp ayakkabı aldıracağım kendime. Babam soğan dikerken ayaklarını değiştirmek istiyor benimle, ufacık ayaklarım daha az soğan ezermiş. Dut toplarken ellerini değiştirmek istiyor, dutlar dökülüyor babamın büyük ellerinden. Değiştirebilseydim toprağı avuçladığın yaralı, kaşıntılı ellerini. Değiştirebilseydim kırık tırnaklarını, ben kaşıyıp kanatırdım sabaha kadar. O yaralı elleriyle kucağına alıyor beni, karda kışta sırtında taşıyor.

Okullar tatil olunca kardeşlerim geliyor, bir sürü oyuncak getirmişler. Eski evin deposunda bütün öğlen oynuyoruz. İkindiye doğru birimiz çıkıp “taraklığa” bakıyor, hayvanları otlatma vakti gelmiş mi? Vakit gelmişse hayvanları götürüyoruz sadece bizim olduğumuz bahçelere, ormana. Doyasıya bağırıyoruz, en yakın komşumuz bile duymazken sesimizi, bizim karşı kaya yankısıyla cevap veriyor. Taraklığın altındaki mağaraya giriyoruz, kayanın kalbine. Arı damında eski kovanlarla oynuyoruz. Kayanın başından bütün çevreyi görebiliyoruz. Güneş dağların ardına aşarken geriye kızıl, mor sırtlar kalıyor.  Bir korna sesi duyuyoruz, Hidayet amcanın kamyonu. Kamyonla babam geliyor, pazardan bize neler getirmiş? Kamyonun üzerindeki çizimleri hayran hayran izliyoruz, kasasına çıkıyoruz. Ve evimizin o dik yokuşlu toprak yolu karşımda duruyor. Gitmek buraların kaçınılmaz sonudur. Giderken anıları yanında götürürsün ve geçmişi hep özlemle anarsın. Geçmiş günler hep güzel gelir insana, yokluğun, çilenin acısı unutulur. Belki de en önemlisi geçmişte ailenlesindir. Sen büyürsün, yollar ayrılır, araya mesafeler girer… Çocukluğun tadı damaktan hiç gitmez. Ne zaman ki hayat seni yorar, bunaltırsa geçmişe döner bir nefes alırsın çocukluk yıllarından. Bir amaç, bir motivasyon bulursun geçmişten kendine. Masalsı dünyalardan güç alarak gerçek hayatına devam edersin.

Resim: Halime KOÇ