DÜŞ(ME)MEK Mİ? – Uğur ATAŞ
Uçurumlarımız… Bazen kaçmak istenilen; aynı zamanda kavuşulmak istenilen ve arzulanandır. Bu bir şehir, bir beden, bir düşünce olabilir. Bazen de yaşamın kendisi olabilir. Kierkegard bir analizinde, yükseklikten korkan kişinin içinin derinliklerinde yüksekten atlama arzusunun yattığını ifade eder. Yaşayış bazen bu analizi haklı çıkarmaktadır. Yaşamda herkesin uçurumları vardır. Örneğin bir sevgi, bir bağlılık, bir aidiyet insana artık mutluluk yerine acı vermeye başlamışsa bu kişinin uçurumu haline gelmiştir. Bu uçurumun kaçması gerektiği şey olduğunu çok iyi bilir insan. Fakat atlama arzusundan da kedisini alamaz. Kaçsa bile içinde bir atlama arzusuyla kaçıp gider o uçurumdan. Uğrunda yıllarını harcadığı bir davaya artık kendini ait hissetmeyen bir dava adamının durumu da böyledir. O yolun onun yolu olmadığını, o düşüncenin onun düşüncesi olmadığını, o kavganın onun kavgasını olmadığını bilir. Fakat içinde hep bir davasının haklılığı, doğruluğu, kazanmışlığı hayali yatar. Yıllarca haklı, doğru, kazanmış olmak ümidiyle kendini bağlamıştır çünkü. Hep bir savunma eğilimi yatar içinin derinliklerinde. Fakat davasının savunulacak yanı kalmadığını anlamış olması, o davayı onun uçurumu yapmıştır artık. Ya atlayacak ya kaçacaktır. Çünkü davalar öyle uçurumlardır ki, tutarlı olmak için doğruluktan ödün verilecek hale gelir günün birinde. Aslolan doğru olmak değil aslolan çelişkiye düşmemek olur. Bunu gören insanın kendi seçimidir artık atlamak ya da kaçmak… Deforme olmuş dava, sevgi, yol insanın uçurumudur. Kaçması gerektiğini bilir. Fakat deli gibi atlamak da ister. Kimisi kaçar. Deli gibi atlamak isterken… Kimisi de atlar, kaçması gerektiğini bile bile…
Fotoğraf: Kübra ATAŞ