BİR ANLAMI OLANLAR / OLMAYANLAR – Barış ERDOĞAN
Dağın anlamı içini oymayı bilene.
Geç kalmayın. Anlamı kaçırabilirsiniz.
İnanmayacaksınız, dilini anlamadığım, bir anlam yükleyemediğim için denizleri ölü dillerde düşlüyorum. İstiyorum ki bir yerde tıkanayım, çaresizlik içinde kıvranayım. Bu bazen Eski Yunanca, bazen Maori dilinde. İlham mülhem yığınla… Koşup kaleme sarılıyorum, bütün sözcükler pırrr, kaybediyorum. Nedenini söyleyeyim: Dilinden anlamadığımız deniz kendini ne resmettirir ne de tasvir ettirir. Peki, şiirleştirmeye izin verir mi? Hayır! O halde benimki düş değil, bir tür büyüydü. Sadece denizler mi? Koca Ragıp Paşa’nın “Eğer maksûd eserse mısrâ-i berceste kâfîdir. (Maksat eser vermekse bir güzel mısra yeter.)” sözü derin değilse de yol göstericidir. Gerçekten koca bir taşın ya da mermer kütlesinin bir anlamı yoktur, fazlalıklarından arınmış ve bir heykele dönüşmüş olana paha biçilmez. Kime ait olduğu konusunda bir bilgi yoksa da Ferruh İsmail Efendi’ye ait olduğuna inanılan “Bugün şâdım ki yâr ağlar benümçün.” dizesi şiir içenleri kendinden geçirir.
Bir sabah Pire Limanı’na yakın bir yerde sahile indim, kayalıktaki balıkçı, “Thalatta, Thalatta!” diyerek beyaz bir taş sektirdi. Cümle sözlükler masada. Kimden mirastı? Anlamadığım bir dil, bir sözcük artık bana Tantalos işkencesi. Ömrün tarifini orada yaptım: Her deniz, onu hayal edenin gönlünün derinliği kadardır. Derinliğinden utananlar sahilden ayrıldı.
“Her denize kıyı olabilir misin?” demişti Gülten Akın. Bir denize sahip ol(a)mayanı derinden yaralamaz mıydı bu soru? Belki. Ya da iç denizi taşkın olanın bir kıyıya ihtiyacı var mıydı? Hayır! Hayır!
Halikarnas Bodrum’unu, Necati Cumalı Urla’sını bulmuşken Hemingway’in Santiago’su hangi denizin kurbanıydı?
Ey çile çeken Santiago, thalattanın içinde bir thalatta daha var.
Bir hal değişimidir anlam, bir değişim rüzgârıdır.
Himalayaların zirvesinde gökyüzünün uğultusunu dinlese de yakut olmayan bir taşın anlamı yoktur. Çekiç yüzü görmemiş bir taş kabadır, uygarlıktan nasibini almamış bahtsızdır. Ne zaman ki taş, bir heykeltıraşın çekiciyle karşılaştı, işte o zaman uygarlığın kapısından girmiştir. Bu da bir anlam taşımaya başladığının göstergesidir.
Bendini yıkıp başını taştan taşa vurarak akan suyun bir anlamı yoktur; en kafa tutan, biçim alamamış bir su taşkındır, kurumuş bir damağa hayat vermedikçe de hiçtir. Kızıldağ eteklerinden doğup Bafra’ya dökülen Kızılırmak’ın güzellemesi yoktur. Ne zaman ağıtlaştı, o zaman bir anlam kazandı.
Ateşin bir anlamı yoktur; tenceredeki aşı pişirmişse asıl görevini (yakıcılığını) kanıtlar. İbrahim’e dokunmayan bir ateş göz yanılgısıdır, bir efsanenin kuru parçasıdır. Mecnun’un nefesi, ateştir; bir kelebeği kendine çeken de. Semendere dokunmayan ateşin varlığını gördüğünü iddia eden bir mecusi yalancıdır. Ateşi gizleyen Fikret ne yapar eder,“Sabrım tutuştu, yandı sebât ü karârım âh!”laateşlenir; Promete’nin tanrılardan çaldığı ateşle ülkesini aydınlatır. Cemal Süreya’nın ateşinden korunmak gerek: “Tutalım yanılıp ateş ettiniz / Şeker Ahmet Paşa’nın resimlerini / Eski hececilerin şiirlerini bir de / Ben çok seviyorum siz de seviniz”
Nedim’in ateşi bilinen ateşlerden değildir, sevgilinin bir parçası olmuş ateş kavurur: “Tahammül mülkünü yıkdın Hülâgû Han mısın kâfir / Aman dünyâyı yakdın âteş-i sûzan mısın kâfir” Ya kâğıdın? İlhan Berk cevaplamış: “Kâğıt bozulmayayım, kirlenmeyeyim der. / Kâğıt ki, sessizliktir. / Bir şey anlatmaz. / Bir anlamı da yoktur. / Kapalı bir boşluk korkusu saçar.”
Ama kâğıttaki düşüncenin, düşünceye dönüşmüşün bir anlamı vardır; yeni bir görüşe kapı açan da bir görüşü yıkmaya çalışan da iletisini an’da verir, geleceğe taşır. Retorik’inde “Çok süslenenlere bakın; hepsi de gizlenmek istiyordur.” diyen Aristo’ya başka bir düşünceyle itiraz edilebilir.
Nehrin de bir anlamı vardır, sudan ötedir. Uzunluğu ve genişliği kadar da bir anlam yoğunluğuna sahiptir. Her dilde farklı seslenimler (Nahar, nahr, nehr, nahallum… kazandığı adlardan bazıları.) kazanmış, su olmaktan kurtulmuştur. On binlerce yıl eskiye gidilse -şimdilik imkansız- “toprağı yarmak” anlamı çıkar karşımıza. Sözgelimi “ırmak” sözcüğünün kökeninde “ırmak, yeri ayırmak ve toprağı yarmak” anlamları yatmaktadır.
Yazdığım yazının da bir anlamı vardır; çünkü okunduğu anda bir zihnin harekete geçmesini sağlayacaktır.
İnsanın daha da bir anlamı vardır, der misiniz?
FOTOĞRAF: Dilber SANCAK