BİR KUŞ VARMIŞ, Yeşim BAŞARAN
Bu sabah bir kuşun hikayesi konuverdi kalemimin ucuna. Size de anlatayım istedim.
UZUN BİR ÖYKÜ
Hiç kimsenin kafesine
Koyamayacağı bir kuş…
Kaçmasını öylesine
Uçmasını böylesine
Unutmuş.
Bir insan sesine
Gelip konmuş.
Özdemir ASAF
Seslendim uçan kuşa, duymadı. Belki de beni tanımadı ama ben onu iyi tanıyordum. Kanadı mavili, hep uçmak isteyen o kuş. Neden sonra duydu sesimi. Anladım ki uçmaktan yorulmuş, dinlenmeye yol arıyor, ondan sebep yavaşlamış. Kokusuna, sesine, salınan endamına aldanıp renkli bir dala konuverdi. Orası öyle rahat, öyle sıcak geldi ki kanatlarını zahmetsizce gerdi. Ayaklarını dalın sıcağında ısıttı. Keyiflendi. Bu haline, nasıl da böyle çabucak dala güvendiğine şaşırdı. Önce uzun uzun seyretti ağacın beyaz, pembe püsküllü çiçeklerini. Yaprakları parlak yeşil, oymalı. Kafası karıştı. Hep burada kalsam konduğum bu dalda yaşasam, uçup gitmesem başka göklere diye geçirdi içinden. Göğümün mavi çerçevesini buradan çizsem diye hayaller kurdu. Dal kuşun niyetini anlayınca keyifle yapraklarını dalgalandırıp, “Olur, istersen elbette yaşarız birlikte ama…” Zaman geçti, mevsimler değişti. Ağacın dalları kuşun kanatlarını sardı. Bir vakit geldi kuş kanatları olduğunu bile unuttu ama başka gökleri çok özlediğini de hatırladı. “Olur’’ diyen sese aldandığına hayıflanıp ağladı. Kara boncuk gözleri ağlamaktan görünmez oldu. Girmediği kafeslerden kurtulup da bu dala esir olduğuna kahretti. Mavi nefesi siyaha dönüp yitti. Uçmayı öyle çok özledi ki uyuduğu vakitlerde hep uçar oldu. Ağacın dalını kırmaya da kıyamadı. Bir insan sesinin gelip yanına konmasını öylece bekledi.
Sayfanın ortasına ilişmiş bu kara gözlü kuşun hikayesi bana otuzlu yaşlarımın başını hatırlattı. Yuva dediğim, nasıl olup da girdiğimi tam fark etmediğim iki oda bir salon çam ağacından bir kafesin içinde yaşadığım yıllar. Beş yıllık evli, geleceği umutla bekleyen genç bir anne adayıydım. Önümüzde bekleyen hayatın hep bizden yana güzellikler yaşatacağına, her istediğimizin olacağına inandığımız, hayat acemisi olduğumuz toy vakitlerdi. İnsan, kafesin kapısındaki kıskacı da zamanı gelince fark ediyor. Kıskacı hafifçe gevşetiverince de aslında o yaşıma kadar hep sevdiklerim için kendi isteklerimi, hayallerimi ertelediğimi hatta onları düşünmeyi bile es geçtiğimi anladım. Sadece bana ait olan günlerde, sadece kendim olduğum zamanlarda gezinirken genç kızlığımda sorumlulukların içinde debelenirken rafa kaldırdığım hayallerimi yeniden hatırladım. Ruhumda uçmayı özleyen o kara gözlü kuş kanatlarını öyle bir çırptı ki en büyük hayalim tiyatro eğitimine bile gidip sahneye çıktım. Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nin sahnesinde Aziz Nesin’in oyununu sahnelediğimiz o gün 29 Haziran 1997 günü hayatımın en mutlu günlerinden biri olarak hâlâ hep aklımda.
Kuşlar kafesten uçup gideli çok oluyor. Kimi başka kafeslerde bambaşka insan seslerine konup yaşamaya devam etti, kimi kendi sesine daha çok kulak verip başka sesleri uçarken dinledi.
Yaşarken uzun gelir hikayemiz, yaşanıp bittiğindeyse kısacık bir öykü gibi sığıverir üç beş satıra. Bir daha yaşansın diye içini titreten anların geri gelmesi mümkün olmaz. Yaşadığım her anın tadını, kokusunu, nefesini, dokunduğu duygularımı alıp da saklamayı dilerim ki özlediğimde sakladığım yerlerden bulup çıkarayım.
FOTOĞRAF: Kübra ATAŞ